| Anglais | Turc | |||
|---|---|---|---|---|
| General | ||||
| General | good looking adj. | yakışıklı | ||
|
He's really good looking. Gerçekten çok yakışıklı. More Sentences |
||||
| General | good looking adj. | hoş gözüken | ||
| General | good looking adj. | hoş görünen | ||
| Anglais | Turc | |||
|---|---|---|---|---|
| General | ||||
| General | good-looking adj. | güzel | ||
|
That's a good-looking woman. Çok güzel bir kadın. More Sentences |
||||
| General | good-looking adj. | yakışıklı | ||
|
Her son is a young, good-looking man. Oğlu, genç ve yakışıklı bir adam. More Sentences |
||||
| General | good-looking adj. | iyi görünümlü | ||
|
Well, he's a good-looking kid. Yani, iyi görünümlü bir çocuk. More Sentences |
||||
| General | good-looking adj. | çekici | ||
| General | unusually good-looking adj. | alışılmışın dışında iyi görünümlü/görünen | ||
| Speaking | ||||
| Speaking | this is not looking good expr. | bu hiç iyi görünmüyor | ||
| Speaking | you are looking good together expr. | birbirinize yakışmışsınız | ||
